18. yüzyıl, Osmanlı
sanatına Batı etkilerinin girdiği, başka bir deyişle Batılılaşmanın başladığı
dönemdir. Bu dönemde özellikle süslemede Barok, Rokoko gibi Batı kaynaklı
üsluplar görülür. Ama bu üslupların Osmanlı sanatındaki uygulamasında
geleneksel Türk motifleri ve yapı tiplerinden vazgeçilmemiştir.
Bu dönemde çeşme ve sebiller birden önem kazanmıştır. Topkapı Sarayı
yakınındaki III. Ahmet Çeşmesi, bu yüzyılın başına ait tipik bir örnektir.
Çeşme ve sebil işlevlerini birlikte gören bu yapıda, Barok üslupta taş
süslemelerin yanı sıra 18. yüzyıl çinilerinden örnekler de vardır. Bu çiniler,
Tekfur Sarayı atölyelerinde Türk çiniciliğini canlandırma denemeleri olarak
yapılmıştır. Taş süslemede ise akantus kıvrımları ve çiçekli panolar, Barok
üslubun kıvrık hatlarını ve güçlü gölge-ışık etkisini zengin bir biçimde
yansıtırlar.
III. Ahmet‘in ‘in saray başmimarı Mehmet Ağa’ya yaptırdığı, bir çeşmedir. Topkapı
Sarayı Bab-ı Hümayun’unun karşısında bulunan bu sebilli çeşme Türk mimari
örneklerinin bir şaheseri olarak kabul edilir. Son derece zarif, ahenkli
bir’yapıdır. Bu sanat anıtjna halk arasında Sultan Ahmet Çeşmesi de denir.
Çeşmenin
saray kapısına bakan yönünde III. Ahmet’in şu mısrası yazılıdır: «Aç
“besmeleyle iç suyu, Han Ahmede eyle dua». Bu mısra ebcet hesabıyla 1141 (1728
) tarihini gösterir. Ayrıca, Seyyit Vehbi’nin bir kasidesi çeşmeyi çepeçevre
kaplar. Kaside firuze renkli çini üzerine altınla yazılmıştır. Çeşmenin dört
yönünde dört musluğu, ayrıca dört köşesinde de birbirinin aynı olan dört sebili
vardır.
18. yüzyılın ilk yarısında Sultan I. Mahmud tarafından yaptırılan Tophane Çeşmesi’nde
de plastik görüntü veren zengin taş süsleme vardır. Mimari neredeyse ikinci
plana itilmiştir. Taş süslemede saksı içinde meyva ağaçları, vazoda çiçekler
zengin bir görüntü sunarlar. Bunların yanı sıra palmet ve rumi benzeri
motiflere de rastlanır. Ancak, artık klasik dönemin çizgiciliğinden eser
kalmamıştır.
Tophane Meydan Çeşmesi – I.Mahmut Çeşmesi
18. yüzyıl, Osmanlı
sanatına Batı etkilerinin girdiği, başka bir deyişle Batılılaşmanın başladığı
dönemdir. Bu dönemde özellikle süslemede Barok, Rokoko gibi Batı kaynaklı
üsluplar görülür. Ama bu üslupların Osmanlı sanatındaki uygulamasında
geleneksel Türk motifleri ve yapı tiplerinden vazgeçilmemiştir.
Bu dönemde çeşme ve sebiller birden önem kazanmıştır. Topkapı Sarayı
yakınındaki III. Ahmet Çeşmesi, bu yüzyılın başına ait tipik bir örnektir.
Çeşme ve sebil işlevlerini birlikte gören bu yapıda, Barok üslupta taş
süslemelerin yanı sıra 18. yüzyıl çinilerinden örnekler de vardır. Bu çiniler,
Tekfur Sarayı atölyelerinde Türk çiniciliğini canlandırma denemeleri olarak
yapılmıştır. Taş süslemede ise akantus kıvrımları ve çiçekli panolar, Barok
üslubun kıvrık hatlarını ve güçlü gölge-ışık etkisini zengin bir biçimde
yansıtırlar.
III. Ahmet‘in ‘in saray başmimarı Mehmet Ağa’ya yaptırdığı, bir çeşmedir. Topkapı
Sarayı Bab-ı Hümayun’unun karşısında bulunan bu sebilli çeşme Türk mimari
örneklerinin bir şaheseri olarak kabul edilir. Son derece zarif, ahenkli
bir’yapıdır. Bu sanat anıtjna halk arasında Sultan Ahmet Çeşmesi de denir.
Çeşmenin
saray kapısına bakan yönünde III. Ahmet’in şu mısrası yazılıdır: «Aç
“besmeleyle iç suyu, Han Ahmede eyle dua». Bu mısra ebcet hesabıyla 1141 (1728
) tarihini gösterir. Ayrıca, Seyyit Vehbi’nin bir kasidesi çeşmeyi çepeçevre
kaplar. Kaside firuze renkli çini üzerine altınla yazılmıştır. Çeşmenin dört
yönünde dört musluğu, ayrıca dört köşesinde de birbirinin aynı olan dört sebili
vardır.
18. yüzyılın ilk yarısında Sultan I. Mahmud tarafından yaptırılan Tophane Çeşmesi’nde
de plastik görüntü veren zengin taş süsleme vardır. Mimari neredeyse ikinci
plana itilmiştir. Taş süslemede saksı içinde meyva ağaçları, vazoda çiçekler
zengin bir görüntü sunarlar. Bunların yanı sıra palmet ve rumi benzeri
motiflere de rastlanır. Ancak, artık klasik dönemin çizgiciliğinden eser
kalmamıştır.
Tophane Çeşmesi, Beyoğlu’na bağlı Tophane semtinde, Meclis-i Mebusan ve Kılıç Ali Paşa caddeleri arasında yer alır. Sultan I. Mahmut tarafından, Taksim Suyu Tesisleri’nin bitiminden sonra, 1732 yılında yaptırılmış bir meydan çeşmesidir. I. Mahmut Han Çeşmesi adıyla da bilinen çeşme, İstanbul’un üçüncü büyük ve en yüksek duvarlı çeşmesidir.
Tophane Çeşmesi, güneyden Kılıç Ali Paşa, kuzeyden Nusretiye camileriyle, batıdan Tophane atölyeleri ve doğudan rıhtım ile çevrili Tophane Meydanı’nın ortasında inşa aedilmiştir. Mimar Mehmet Ağa’nın eseri olan çeşme, zamanla kıyının doldurulmasıyla denizden uzakta kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nde 1700- 1740 yılları arasında, meydanların ortasına geniş saçaklı, anıtsal çeşmeler yapılmıştır. Böylece çeşme yapımında klasik Osmanlı üslubundan Batı üslubuna geçiş yaşanmıştır. Tophane Çeşmesi de bu geçiş dönemini yansıtan eserlerden biridir. Çeşme yapılacağı zaman burada bulunan tüm dükkanlar yıktırılarak meydan açılmıştır. Tophane Meydan Çeşmesi, gümrük emini olan Ahmet Ağa’ya 76.000 kuruş 84 akçeye yaptırılmıştır. Çeşmenin açılışı ile Taksim Suyu Sistemi faaliyete girmiş ve I.Mahmut Taksim’den suyu kendi eliyle salıvermiştir.
Klasik Osmanlı mimarisindeki plan tiplerinin uygulanmasına 18. yüzyılda da devam edilmiştir. 1734’te tamamlanan İstanbul’daki Hekimoğlu Ali Paşa Camii, böyle bir örnektir. Bu yapıda da altı dayanaklı plan şeması ele alınmıştır. Planın klasik döneme dayanmasına karışlık, üst yapıda ve süslemede farklı bir dönemin özellikleri görülür. Yapının yüksekliği artmış, mimariye değişik oranlar girmiştir. Bu arada klasik motifler de yeni bir anlayışla ele alınmıştır. Mekan içeriden de hayli yükselmiş, böylece aydınlık bir ortam yaratılmıştır. ıç süslemede Tekfur Sarayı atölyelerinde yapılan çiniler karışmıza çıkar. Sırların mavimtırak bir renk alması, sarının fazlaca kullanılışı bu çinilerin önemli özelliklerindendir.
Nur-u Osmaniye Camii ise mimaride Batılı üslupların belirginleştiği bir yapıdır. Bu durum, daha planında dikkati çeker. Barok üslubun en belirgin özelliklerinden biri olan oval formlar Türk mimarisinde pek kullanılmamıştır. Ancak bu yapıda avlunun oval oluşu ile plana Barok bir nitelik kazandırılmıştır. Barok özellikler yapının dışında da kendini gösterir. Kıvrık yuvarlak kemerler, oval pencereler, “S” biçimindeki payandalar bu türden ayrıntılardır. Zaten bu üslup, Türk sanatında kendini daha çok ayrıntılarda hissettirmiştir. Oval plan, yapının iç avlusunda da ilginç bir biçimde uygulanmıştır. Üslup değişimlerinden en kolay etkilenen elemanlar olan sütun başlıkları ve kemerler, doğal olarak bu yeni üslubun özelliklerini taşımaktadırlar. Bu üslup değişiminden yapının portali de etkilenmiştir. Ana hatlarıyla klasik portalleri andırmakla birlikte mukarnasın yerini almış olan Barok kıvrımlı kavsara dolgusu, adeta “Türk Baroğu”nun simgesidir. Caminin yanında hünkar mahfili, kitaplık gibi ek yapılar da vardır. Yapı, çevresindeki dış avlu ile de Kapalıçarış’nın hareketli görünümünden yalıtılmaya çalışılmıştır.
Nur-u Osmaniye
Camii
Nuruosmaniye camii,
İstanbul’da Nuruosmaniye semtinde cami. Mahmud I zamanında yapımına başlandı
(1748) ve Osman III zamanında bitirildi (1755). Mimarı Mustafa Ağa ve
yardımcısı Simon Kalfadır.
1763 gibi hayli ilerlemiş bir tarihte yapılmış olmasına rağmen Laleli Camii’ndeki Barok üslubun çok çarpıcı olmadığı söylenebilir. Bu yapıda da kubbenin sekiz dayanağa oturduğu klasik şema yinelenmiştir. Barok özellikler kıvrık hatlar, dalgalı yuvarlak kemerler, pencereler gibi ayrıntılarda karışmıza çıkar. Barok üslubun bu yapıdaki etkileri, özellikle kubbeyi destekleyen “S” biçimindeki payandalarda görülür. Yoldan bir hayli yüksek konumdaki Laleli Camii’nin altında büyük bir arasta yer alır. Burası günümüzde de çarış olarak kullanılmaktadır. Bu özelliğiyle yapı, “Fevkani” olarak adlandırılan yükseltilmiş camilerin bir örneği durumundadır.
Nur-u Osmaniye
Camii
Nuruosmaniye camii,
İstanbul’da Nuruosmaniye semtinde cami. Mahmud I zamanında yapımına başlandı
(1748) ve Osman III zamanında bitirildi (1755). Mimarı Mustafa Ağa ve
yardımcısı Simon Kalfadır.
Laleli Camii
Laleli Camii
Laleli Camii, 1760-1763 yılları
arasında Osmanlı padişahı III. Mustafa tarafından
inşa ettirilmiş ve bulunduğu semte adını vermiş olan bir
camidir. Caminin adı 3. Mustafa'nın velisi saydığı Laleli Baba'nın ismini bu
ibadethaneye vermesinden gelir.
Cami kompleksi 1783 yılındaki bir yangında tahrip oldu ve kısa bir süre sonra onun tamamlanmasıyla cami yeniden derhal inşa edildi. 1911 yılındaki yangın medreseyi ve onu takip eden yol yapım çalışmaları ise caminin diğer pek çok ek yapılarını tahrip etti. Caminin hamamı yıkılmıştır.
Caminin mimarı Mehmed Tahir Ağa'dır.[1] Ancak dönemin baş mimarı Hacı Ahmed Ağa'nın da inşasına katkısı olmuş olabileceği sanılmaktadır. Cami adını o zamanlar yakınında bulunan (1950'li yıllarda yıkılmış) Laleli Baba türbesinden almıştır. Padişahlar tarafından inşa edilmiş son külliye olan Laleli Külliyesi içinde yer alır.
1778 tarihli Beylerbeyi Camii ise ahşap kubbelidir. Yapı 1983 yılında bir yangın geçirmiş ama daha sonra onarılmıştır. Bu yapıda da özellikle ayrıntılarda Batılı üslupların etkileri görülür. Yangından hasar görmüş olmasına rağmen, caminin fildişi ve sedef kakmalı ahşap minberi dikkate değer bir yapıttır. Çünkü erken Osmanlı döneminden sonra minber yapımında ahşaptan vazgeçilmiş ve mermer tercih edilmiştir. Beylerbeyi Camii’nin minberi, geç dönemdeki nadir ahşap örneklerden biridir.
Barok üslubun egemen olduğu dönemde yeni bir külliye biçimi de ortaya çıkmıştır. Bir türbe sebilden oluşan bu külliyelere tipik bir örnek, Fatih’deki Nakışdil Sultan Türbesi ve Sebili’dir. 1818 tarihli bu yapıtta Barok ve Rokoko üsluplar bir arada görülür. Duvarlar düzlemsi niteliklerini yitirerek, içbükey ve dışbükey yüzeyler halini almışlardır.
Cami kompleksi 1783 yılındaki bir yangında tahrip oldu ve kısa bir süre sonra onun tamamlanmasıyla cami yeniden derhal inşa edildi. 1911 yılındaki yangın medreseyi ve onu takip eden yol yapım çalışmaları ise caminin diğer pek çok ek yapılarını tahrip etti. Caminin hamamı yıkılmıştır.
Beylerbeyi Camii
Beylerbeyi Cami ya
da diğer bilinen adıyla Hamid-i Evvel Camii İstanbul'un Beylerbeyi semtinde bir
camidir. İnşaatına 3 Nisan 1777 tarihinde
başlanmış 15 Ağustos 1778 (1192)
tarihinde de tamamlanmıştır. cami I. Abdülhamit tarafından
annesi Rabia Sermi Sultan’ın
anısına dönemin Baş Mimarı Mehmed Tahir Ağa’ya
yaptırılmış, bina emini ise Şehremini Hafız el - Hac Mustafa efendidir.
Cami Barok üslüpta olup
taşıyıcı duvarları kesme taştan inşa edilmiştir. Merkezi tek kubbeli mihrab
üstü yarım bir kubbe ile vurgulanmış sekizgen tabana oturan bir yapıdır. 55
pencereli ve iç mekânda kalem işleriyle süslü duvarlarda hem Osmanlı hem de Avrupa çinileri göze çarpar.
Beylerbeyi Camii
Sultan Ahmet Camii
Sultan
Ahmet Camii, 1609-1616 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihî yarımadada,
Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'ya
yaptırılmıştır.[1] Cami Mavi,
yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve
yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile
süslendiği için Avrupalılarca "Mavi
Cami (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Ayasofya'nın 1934 yılında camiden müzeye
dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır.
Aslında
Sultan Ahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük yapı
komplekslerinden biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe,
darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu
yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.
Sultan
Ahmet Camii, 1609-1616 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihî yarımadada,
Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'ya
yaptırılmıştır.[1] Cami Mavi,
yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve
yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile
süslendiği için Avrupalılarca "Mavi
Cami (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Ayasofya'nın 1934 yılında camiden müzeye
dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır.
Aslında
Sultan Ahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük yapı
komplekslerinden biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe,
darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu
yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.
Eyvallah, var olun!
YanıtlaSil1763 gibi hayli ilerlemiş bir tarihte yapılmış olmasına rağmen Laleli Camii’ndeki Barok üslubun çok çarpıcı olmadığı söylenebilir.
YanıtlaSilşu cümleden sonrası laleli camiinin altında olucaktı farketmeden yazdım biraz daha dikkat ederseniz güzel olur